Sapsarı duvarları dizi dizi oyan vitrinlerin dibinde yığınla kitap, kümelenmiş, yatıyordu. Bunlar, pasaj esnafının neredeyse tamamını oluşturan sahafların raflarına sığdıramadıkları mallardı. Kurumuş, gevremiş, yıllanmış ve bitkin… Bedenlerine değen onca parmağın hatırasıyla küskün ve yorgun, ömrünün sonuna gelmiş birer fahişe gibi yılgınlık içinde sereserpeydi ciltler. Yıpranmış kağıtların yoğun kokusu, flüoresanlarla aydınlanan koridoru dolduruyordu. Sözün kısası, kimilerini ürpertecek kadar kasvetliydi Aslıhan Pasajı. Kimileri içinse cennete benziyordu.
...Haldun Bey, şimdi üçüncü katta, Asır Sahaf’taki masasına kurulmuş, o gün beklediği hatırlı bir müşterisinin siparişini inceliyordu. Kitabı yeni temin edebilmiş fakat bin dokuz yüz yirmi yedi tarihli nüshanın herhangi bir hasarı olup olmadığına bakamamıştı. Sayfaları teker teker gözden geçirip kalitesinden emin olmaya çalışırken kağıtları zarif bir tavırla okşuyor, adeta hepsine hayranlığını arz ediyordu. Parmaklarını sevgilisinin yumuşacık göbeğinde gezdiren, ya da ne bileyim, soğuk namluyu can düşmanının ağzına sokup, kurbanını katletmeden hemen önce yalvartırken sigarasını tellendiren biri, meşgalesiyle ancak bu kadar keyiflenebilirdi herhalde. O denli huşu içindeydi anlayacağınız. Öyle dalmıştı ki işine, fincanını masasında görünceye dek Remzi’nin içeri girdiğini bile fark etmemişti.
...Pasajınsa buna aldırdığı yoktu galiba. Olanca sükuneti içinde süzülüyor gibiydi. İlk kattaki dükkanlardan beşi daha açılmıştı. Sahaflar, mekanlarını aydınlatan solgun ışığın altında yeni güne hazırlanıyorlardı. Yeni… Burada her gün birbirinin aynıydı oysa. Burada her gün eskiydi. Satılan kitaplardan başlayarak esnafa erişen, esnafın medet umduğu mesleklerin etrafından dolaşıp XXI. yüzyılın sınırında son bulan bir yolculukta, alınan her taze nefes bile küflenmeye yüz tutmuştu.
...
1 yorum:
Ne kadar güzel yazmışsın, keşke blogu güncel tutsan da kendini bize mahrum bırakmasan. :(
Yorum Gönder